Sık Kullanılanlara Ekle |  Reklam  |  İletişim
  Gündem 
  Haberal: Adalet zedelenirse ülkede zorba ortaya çıkar
Haberal: Adalet zedelenirse ülkede zorba ortaya çıkar
 
   

     Üç yıl, on aydan bu yana tutuklu bulundurulan CHP Zonguldak Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Haberal, “insani duygularıyla ve insanlık görüşüyle bağdaşmayan” Silivri Cezaevi’nin koşullarını ilk kez 17 Aralık 2012 tarihinde Silivri Mahkemesi’nde, Yargıçlar Kurulu karşısında yaptığı konuşmasında bu sözleriyle açıkladı. Silivri’de cezaevi ve mahkeme ortamının koşullarını bir “çağdaş işkence” deyimiyle tanımlayan Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın bu konuşmasının tam metni, geçen ay yayımlanan duruşma tutanaklarında yer aldı.
     “Türkiye’de bir zamanlar hukuk” konusunda yapılacak bir araştırmaya tarihsel bir belge oluşturacağına inandığımız bu konuşma metnini halkımızın bilgisine sunuyoruz.

Prof. Dr. Haberal’ın Silivri Mahkemesi’ndeki Konuşması
     Sayın Başkan, Sayın Üyeler, Sayın İddia Makamı, çok teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, siz doğal olarak hep şunu söylersiniz: ‘Biz burada millet adına karar veriyoruz’. Çok doğru; zaten arkanızda ‘Adalet mülkün temelidir’ yazısı var.
Ben ve Sayın Balbay da milleti temsil ediyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Türk Milleti’ni temsil etmek üzere, Anayasa’nın 80. maddesine göre binlerce çok değerli vatandaşımızın oylarıyla seçilmiş milletvekilleriyiz; yani milli iradeyi temsil ediyoruz. Sayın Başkan yine siz, Sayın Balbay konuşurken ‘Siz tutuklu iken seçildiniz’ dediniz. O da doğrudur; biz tutukluyken seçildik. Ama şöyle bir geriye doğru bakarsak, 1950’li yıllarda merhum Sayın Mümtaz Fenik’i, merhum Sayın Osman Bölükbaşı’yı görürüz. Hadi o zaman diyelim ki, ‘Dönem değişti, Anayasa değişti.’ Bu kişiler, tutuklu iken seçilip tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gelen çok değerli milletvekillerimizdi. Fakat daha sonra, 1987’de Ahmet Türk tutuklu iken aday gösterildi, milletvekili seçildi ve ertesi gün tahliye edildi, TBMM’ye geldi. Dahası var: Çok daha yakın geçmişte, 2007’de Sabahat Tuncel aynı şekilde tutuklu iken milletvekili seçildi ve tahliye edildi.
     Bu konuda her zaman söylediklerimi şimdi yine söyleyeyim: “Anayasa değişmedi, yasalar değişmedi, acaba değişen ne oldu ki biz binlerce vatandaşımızın oylarıyla seçilen milletvekilleri hâlâ buradayız? Yani cezaevindeyiz? Ve üstüne üstlük, her zaman sorduğum bir soruyu da burada, yani cezaevinde, yine sorayım: ‘Suçum ne? Acaba neden buradayım, yani cezaevindeyim?’ Bunu özellikle belirtmek istiyorum. Size şimdi bir kitaptan, bir paragraf okuyacağım”.
     Mahkeme Başkanı: “Kitabın adını, yazarını okuyun.”
     Prof. Dr. Mehmet Haberal: “Tabii okuyacağım. Kitabın adı, ‘Atatürkçülük nedir?’ Yazarı, Falih Rıfkı Atay. Onun ‘Atatürkçülük nedir?’ kitabının 149. sayfasından şu paragrafı okuyacağım: ‘Kanuni Sultan Süleyman medreselerinde ilahiyatçıların kontrolü altında olmakla beraber, bazı müsbet ilimler okutulmaktaydı. Ulema sınıfı da iltimassız, kayırmasız dirsek çürüte çürüte yetişmekte ve hiç olmazsa adaleti şimdi bile gıpta edeceğimiz gibi yürütmekte idiler.’
     Şöyle diyor Falih Rıfkı Atay: Kadılar birer dürüstlük sembolü idi. Yalancı şahit, şimdiki tabiri özür diliyorum sizlerden de, çünkü kitapta öyle yazıyor, aynen okumak zorundayım. ‘Yalancı şahit, eşeğe ters bindirilip yüzü boyandıktan sonra halka tükürtülen, sonra cezaya çarptırılan bir tiksindirici maskara idi. Bir ay süren yargılama, zulüm demekti.’
     Bunları yazan bir İspanyol’dur ve Kanuni devrinde İstanbul adı altında yazılan eser, dostumuz Fuat Carım tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.
     Sayın Başkan, iki meslek vardır ki bunlar, doğrudan insan hayatıyla ilişkilidir. Birisi hekimlik mesleği, diğeri de hakimlik. Bizlerin vereceği kararlar doğrudan doğruya insanların hayatını etkilemektedir. Benim hekim olarak görevim hastam karşıma geldiği zaman onun hastalığıyla ilgili bütün tetkikleri yapıp, hastalığının teşhisini koyup, tedavisini yapmaktır. Dahası, o hastamı bir dakika daha fazla yaşatabilmek için bile tıbbın bütün imkânlarını kullanmaktır. Bu hekim olarak benim görevimdir.
     Lütfen şimdi söyleyeceğimi yanlış anlamayınız. Yanlış anlaşılmaması için arkanızda yazıyor. ‘Adalet Mülkün Temelidir’. O halde hakimlerin görevi de, karşısına gelen sanıkları, kişileri, ne kadar imkânı varsa onları kullanıp, eğer suçlu ise suçunu ispat edip, cezasını vermektir. Ben bütün konuşmalarımda hep şunu söyledim: Dedim ki, ‘Bir insanın suçu varsa, lütfen onun cezasını verin ki başkaları o suçu işleyip de hiç olmazsa onlar mağdur olmasın’. Bunu neden söylediğimi de açıklayayım:
     Sayın Başkanım, Kuran’ı Kerim’de Bakara Suresi’nin 179. ayeti şöyle başlar: ‘Allah der ki, ey akıl sahipleri, kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemezsiniz, başkalarını mağdur etmemek için...’ Dolayısıyla sizin ve bizim, hakimlerin ve hekimlerin görevleri, insanları bir an önce topluma kazandırmaktır. Eğer bunu yapmazsak, elbette takdiri millet verir ve ya o meslek sahipleri verir.
Ben 2009 Nisan ayından beri bu davada tutuklu bulunmaktayım. O gün sorduğum soruyu, bugün de soruyorum: ‘Suçum ne?’ diyorum.
     Sayın Başbakan’ın kısa bir süre önce dediğini hatırlayınız: ‘İddia sahibi, iddiasını isbat etmekle yükümlüdür’. Sayın Başbakan’ın sözüdür bu. Şimdi eğer ortaya bir iddia atılıyorsa, önce o iddianın ispat edilmesi gereklidir. Nasıl ki biz hekimler hastalığın teşhisini koyup, tedavisini yapmakla yükümlü isek, iddia sahibi de elbette ki iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. İddia sahibi iddiasını gerçekten somut belgelerle, bilgilerle ispatlarsa, o kişiye mutlaka gereken yapılmalıdır. Ben hala bekliyorum yani 13 Nisan 2009’dan bu yana, bugüne değin hâlâ bekliyorum ve soruyorum:
     ‘Suçum ne?’ diyorum.
     Şimdi buradaki bütün insanlara soruyorum; dünyadaki bütün insanlara soruyorum. Diyorum ki, ‘Suçumun ne olduğunu bilen varsa lütfen söylesin de, ben de öğreneyim ve ben de hiç olmazsa bunu açıklayayım: Diyeyim ki, tamam suçum bu. Ben de hiç olmazsa bir daha o hatayı yapmayayım diye cezalandırılayım ki, başkaları da o hatayı yaparak hiç olmazsa onlar da mağdur olmasın’.
     Sayın Başkan, bu güne kadar ortada ispat edilen bir iddia yok. İşte gelebildiğim kadarıyla, yani sağlığım müsaade ettiği oranda ancak, bu davalara gelebiliyorum. Çünkü gerçekten, zaman zaman hayatımı risk altına alabileceğim kadar çok ciddi sıkıntılarım oldu. Ama zorunlu olduğum durumlarda ve zaman zaman da sizlerin davetiniz üzerine buraya geldim ve duruşmaları izledim. Ve burada gördüm ki her iddianın yanında somut belge olması lazım. Tıp kitapları yanısıra, burada artık yasaları da öğrenmek durumunda kaldım.
     Bir de lütfen beni mazur görün, önce CMK’nın 34. Maddesini açtım. İşte hakimler kararlarını yazmak, açıklamak durumundalar. Benim de bilmem gerekiyor neden tutuklandığımı, neden burada, yani cezaevinde olduğumu... Yani bunu bu şekilde öğrendim.
     En son çıkartılan üçüncü yargı paketinde de 97. ve 98. maddelerde çok açık ve net olarak, ‘Bilgiler somut olarak gündeme getirilmeli ona göre değerlendirilmeli’ ifadesi yer alıyor.
     Ama gördük ki sizler, tabii hepimizi yukarıdan aşağıya aynı gerekçelerle aynı sepetin içerisine koydunuz. Burada bulunan yakın tanıdığım kişiler ve resmi görevim nedeniyle tanıdığım kişiler dışında, ilk kez burada karşılaştığım kişiler var. Yani herhangi bir ilişkim olmayan kişiler var. Ama gördüm ki hepimiz aynı şekilde, aynı sepetin içinde bir araya getirildik.
     Tabii karar nihayet sizin, yani mahkemenin ama eğer ‘Adalet Mülkün Temeli’ ise ve adalet yüceler yücesi Allah’ın emri ise, muhakkak ki Allah adaleti emreder, çirkin işleri fenalığı yasaklar. O düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. Öyle diyor Allah ve her Cuma günü camiye gidenler imam efendinin çıkıp en sonunda ‘Ey cemaati müslümin’ deyip, bu Nahl suresinin 90. ayetini okudukları zaman herhalde bir mesaj vermek istiyor. Hep merak etmişimdir, ‘Acaba bu mesajdan kaç kişi gerçek anlamıyla öğüt aldı’ diye. Öyle diyor çünkü Allah. ‘Yani öğüt alınız ki, hiç olmazsa insanlara zararınız dokunmasın’.
     Sayın Başkan, Alman köylüsü ne dedi? ‘Kral efendi, Berlin’de yargıçlar var’ dedi. Tabii ben de temenni ederim ki hepimiz, ‘Silivri’de de yargıçlar var’ diyelim. ‘Silivri’de de adaleti uygulayan yargıçlar var’ diyelim.
     İnanıyorum ki 13 Aralık’ta vatandaşlarımız, ki onlara çok teşekkür ediyorum, o toplantıya katılanlar, ‘Biz Silivri’de yargıçlar olduğuna inanarak buraya geldik; inanıyoruz ki onlar Allah’ın emri olan adaleti uygulayacaklardır’ inancıyla buraya geldiler. Bu davranışlarıyla onlar gösterdiler ki burada bir sürü masum insan, gerçekten somut herhangi bir delil ortaya konmadan maalesef mağdur edilmişlerdir.
     Sayın Başkan, çok kısa bir şey soracağım: ‘Acaba aranızda bizim bulunduğumuz ortamları, cezaevinde bulunduğumuz ortamları kaç kişi gördü ve şu anda burada bulunduğumuz ortamları kaç kişi gördü?’
     Şimdi biz cezaevlerinde öyle bir ortamdayız ki, koğuş, demir kapı, demir parmaklıklar, o demir kapının üzerinde 10’a 15 santim boyutlarında gözetleme deliği, onun yanında, hemen altında, 30’a 15 santim boyutlarında yemek verilen bir yer. Yemek verileceği zaman gelip o kapıyı açıyorlar, onun dışında demir kapalı.
     Şimdi tabii, kusura bakmayın, bu durum, benim insani duygularımla ve insanlıkla bağdaşan bir ortam değildir, Sayın Başkan.
     Ayrıca burayı da, özellikle size belirtmek isterim, şurada gelip, gerçekten medeni bir şekilde oturup, gayet tabii sizler bizi yargılıyorsunuz, yargılayacaksınız, suçumuz varsa ortaya çıkaracaksınız. Ama buradaki ortamı, yani dışarısını kastediyorum, gerçekten ben bir insan olarak kabul edemiyorum. İçinde bulundurulduğumuz koşulları, insani görüşlerimle, insani duygularımla bağdaştıramıyorum ve kusura bakmayın adeta bir işkence olarak görüyorum kendime. Keza o cezaevinde bulunan durumu da bir işkence olarak görüyorum.
     Türkiye Cumhuriyeti hepimizin vatanıdır Sayın Başkan, Sayın Üyeler. Siz benim yaşıma biraz yakın olabilirsiniz ama diğerleri, Sayın Üyeler oldukça gençler. Ben odun ateşinin ışığında ders çalışan, karda çıplak ayak yürüyen Mehmet Haberal’ım. Bugün lazer kullanıyorum ve Allah nasip etmiş dünyada da birtakım ilklerin altına, ülkemde de birtakım ilkelerin altına imza atmış Mehmet Haberal’ım.
     Ha, lütfen yanlış anlaşılmasın, bunu, şunun için söylemiyorum: ‘Bakın ben ne maharetliyim, bakın ben şunları şunları yapmış bir kişiyim... Hayır. Benim başarım, Türkiye Cumhuriyeti’nin başarısıdır, Sayın Başkan.”
     Mahkeme Başkanı: “(bir kelime anlaşılamadı).”
     Prof. Dr. Mehmet Haberal: “Türkiye Cumhuriyeti’nin başarısıdır. Çünkü bu başarı, yokluklardan, yoksulluklardan, sıfırdan hayatları pahasına bu vatanı kurtaran, bu devleti kuran, bize emanet eden Atatürk, arkadaşları ve aziz şehitlerimizin eseridir. Onun için ben onları her zaman rahmetle ve şükranla anıyorum.
     Ve hatta cezaevinde dolaşırken, o gerçekten adeta bir işkence diye kabul ettiğim ortamda dolaşırken bile bazen espri yapıyorum, diyorum ki: ‘Çok şükür Malta’da değiliz, Türkiye Cumhuriyeti hudutları içerisindeyiz.’ Burada, hiç olmazsa yakınlarımız geliyorlar, bizi görüyorlar. Sokrat’a sormuşlar ‘Dünya nasıl ayakta duruyor?’ demişler. ‘Adaletle’ demiş. ‘Eğer adalet zedelenirse ülkede zorba ortaya çıkar.’
     Sayın Başkan, söylediğim gibi, yüceler yücesi Allah’ın emri olan adalet eğer uygulanır ve gerçekten suçlu olan herhangi biri, varsa, ortaya çıkarsa, elbette gerekeni neyse onu yaparsınız. Fakat ben şuna inanıyorum, Sayın Başkan... Burada gerçekten bizim içinde bulunduğumuz ortam, Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışmayan, 21. yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışmayan ve bir arkadaşımızın deyimiyle söyleyeyim, ‘çağdaş bir işkence’ konumudur. Bu durumu kabul etmek, gerçekten mümkün değildir.
     Arkadaşlarım dün yurtdışından, Abudabi’den geldiler. Benim binlerce meslektaşımla, arkadaşımla orada bulunmam gerekiyordu.
     Neden? Çünkü uluslararası o derneğin başkanıyım ben. Dünya Ortadoğu Organ Nakli Derneği’nin başkanıyım ve derneğimizin geçen hafta Abudabi’deki bilimsel toplantısı için benim orada olmam gerekiyordu.
     Peki neden gitmedi Haberal? Başkanı olduğu uluslararası derneğin böyle önemli bir toplantısına neden katılmadı Haberal? Çünkü Haberal cezaevinde... Türkiye Cumhuriyeti hudutları içerisinde cezaevinde.
     Dünya Organ Nakli Derneği Başkanı buraya geliyor beni ziyaret ediyor ve derneğin ilerideki yıllardaki programı için benim görüşlerimi öğrenmek istiyor.
     Yani ülkemiz artık bu tip olaylarla daha fazla zedelenmemeli Sayın Başkan. Hepimiz, en değerli varlıklarımıza sahip çıkmak zorundayız. Yani... Önce ülkemize, sonra adalete sahip çıkmak zorundayız. Çünkü adaletin olmadığı yerde anarşi vardır.
     Sayın Başkan, çok teşekkür ederim.”
(ereglibulteni)
 
 
Yorumlarınız
 
IP   18.216.34.146  
Ad Soyad*
Yorum*
Güvenlik Kodu:
Güvenlik Kodu  
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.  
 
 Günün Diğer Gelişmeleri
04 Mayıs 2024
Kdz. Ereğli Belediyesi’nin toplu taşımaya yönelik İstanbul Teknik Üniversitesi ve Çilek Halk Otobüsl..
03 Mayıs 2024
Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları (ERDEMİR) Genel Müdürü Niyazi Aşkın Peker, Belediye Başkanı Halil ..
02 Mayıs 2024
OYAK Maden Metalürji Şirketleri Erdemir, İsdemir ve Erdemir Maden, gerçekleştirdiği etkinliklerle 23..
29 Nisan 2024
Karadeniz Ereğli ilçesinde çıkan fırtınada batan Kafkametler gemisinin yüzeye çıkarılan parçasında k..
29 Nisan 2024
Zonguldak’ın Ereğli ilçesinde direksiyon hakimiyetini kaybeden tır sürücüsü önce istinat duvarına so..
29 Nisan 2024
Karadeniz Ereğli ilçesine bağlı Subaşı köyünde meydana gelen trafik kazasında 1 kişi ağır yaralandı...





 
Anasayfa | Sık Kullanılanlara Ekle | Yayın İlkeleri | Künye | Reklam | Facebook | Twitter | İletişim
ereglibulteni© 2012-2024 Tüm Hakları Saklıdır