İnsan, hangi sözcükleri yan yana getirip, nasıl cümleler kuracağını bilemiyor bazen. Acıların en katmerlisinin, en çileli, en dolambaçlı yollarından geçiyoruz yine. Karanlık mahfillerde kurulan kirli tezgâhlarda, gencecik insanlar, alçakça öldürülüyor. İnsan kanı içen haramiler öyle istedi diye, bu dünyadayken cehennemi yaşıyoruz adeta. Acılı anaların gözyaşları bir yağmur bulutu gibi boşalıyor ülkenin üzerine; oluk oluk akan kan, anaların gözyaşları ile yıkanıyor. “Akan kan dursun artık” diye avazı çıktığı kadar bağıranlar, kimseye hiçbir şey duyuramamanın kahrolası aczi ile büküyor boynunu, insan yanları daha bir kanıyor. Ülkenin bir baştan bir başa, al bayrağa sarılmış tabutlarla kaplandığı bir zamanda sağduyu çağrısı yapıp, barışı savunmanın toplumda hiçbir karşılığı olmadığını bilmenin acısı, daha da derinlerine işliyor… Kimsenin kimseyi dinlemediği, herkesin intikam duygusuyla gözlerini kararttığı şu günlerde bazı şeylerden söz etmek çok zor çünkü… Ama denemek gerekiyor yine de…
1990 yılıydı, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin meşhur savcısı Nusret Demiral’in emriyle, bir grup arkadaşımla birlikte göz ardına alınıp, palas pandıras Ankara’ya götürüldüğümde, komünizm propagandasının yanı sıra tarafımıza yapılan suçlamalardan biri de bölücülüktü… O vakitlerde de ülkenin güneydoğusundan ölüm haberleri geliyordu sıkça. Olayların boyutu Genelkurmay belgelerinde “düşük yoğunluklu savaş” şeklinde formüle edilecek kadar büyümüş müydü şimdi anımsamıyorum ama biz, “Kürt sorununa adil, demokratik ve barışçı çözüm” talebiyle çıkmıştık ortaya. Ne istediğimizden daha çok, “Kürt sorunu” diye bir sorunun varlığını dillendirmemiz rahatsız etmişti galiba savcıyı; o sözcüğü ağza almak bile yasaktı çünkü… Yaptığımız yazılı savunmada, “Hem adil, hem demokratik, hem de barışçı bir çözüm istemek, bölücülük değil birleştiriciliktir. Esas bölücülük, şiddeti önceleyip, adil olmayan anti demokratik yöntemlerle meseleyi kapatmaya çalışmaktır” gibi bir cümle kurmuştuk. Gergin geçen ilk duruşmanın ardından tahliye edildik. Tutuksuz süren yargılamamız sonucunda da hepimiz beraat etmiştik.
SORULAR, SORULAR
Şimdi düşünüyorum da dile getirdiğimiz için hakkımızda onlarca dava açılan ve şu günlerde başta anadil yasağının kaldırılması olmak üzere bir bir yaşama geçirilen açılımlar, o yıllarda yapılmış olsaydı, Türk-Kürt halkının kardeşliği konusunda bugün çok daha iyi bir noktalarda olmaz mıydık acaba? “Kürt diye bir şey yoktur, dağlarda donmuş karlarda gezerken ayaklarından ‘kart-kurt’ sesleri çıkan Türklere Kürt denir” gibi akılsızlığın sınırlarında dolaşan morfolojik tanımlarla, bir halk, en yetkili ağızlarca aşağılanmasaydı, bin yıllardır iki halkın, barış içinde yan yana yaşamasını sağlayan “birlikte yaşam iradesini” daha ilerilere taşımaz mıydık? Bin noktada bin operasyon düzenlenip, faili meçhul cinayetlerle ecelsiz ölümler olağan bir hale getirilmesiydi, şiddet, bu kadar kök salabilir miydi topraklarımıza? Lojistik destek sağladıkları iddialarıyla köy meydanına toplanan sıradan vatandaşlara dışkı yedirilmeye kalkılmasaydı, dağlarda silahla dolaşanlar bunca destek bulabilir miydi kendilerine? İsimler yasak edip, bir dil unutturulmaya kalkılmasaydı, köyler boşaltılıp, tüm ormanlar yakılmasaydı, şiddete tapanlar, böyle bir psikolojik zemin oluşturabilirler miydi acaba?
Ya hâlâ şiddete dayalı yöntemlerle bir halkın, haklı mücadelesini verdiğini zanneden ahmaklara ne demeli? İnsanlığın bilinen on binlerce yıllık tarihi bizlere öğretti ki, hiçbir yüce amaca kendine yakışmayan yöntemlerle ulaşılamaz. Şiddet, şiddeti doğurur, ahlâk ve vicdan dışı yöntemlerle olsa olsa yeni sorunlar üretilebilir ancak. Zora dayalı yönetmelerle çözüldü zannedilen sorunlar, tarihin bir diliminde, yeni biçimler kazanarak, çok daha devasa boyutlarla çıkar insanlığın önüne… Şu kesinlikle bilinmelidir ki: Sivil halka yönelik saldırılarda işlenen cinayetler; rastgele yerlere konulan bombalarla aralarında çocuklarla kadınların da olduğu günahsız insanların öldürülmesi; emir kulu askerlerle kamu görevi yapan sivil yurttaşların kaçırılması; örgüt içindeki hiyerarşik yapıya ters düşenlerin acımasızca infaz edilmesi gibi insanlık dışı yöntemlerle hain pusularda katledilen her asker, Türk’ü, Kürt’e düşman etmekten başka hiçbir işe yaramayacaktır. İçinde ölüm ve şiddet olan her eylem, iddia edilen özgürlük mücadelesinin ruhuna da, etiğine de, adabına da aykırıdır ayrıca…
HERKES BİR İÇTENLİK DERSİNDEN GEÇİYOR
Kürt sorununun çözümü için başlattığı açılım politikasından vazgeçip, şiddetin dilini yeniden üreten, “sıfır sorun” ilkesinden, kapıldığı “neo Osmanlıcılık” hayaliyle vazgeçip, neredeyse tüm komşularıyla savaş noktasına gelen ve ona buna efelenerek ülke içinde prim yapmaya çalışan AKP iktidarı gibi, belinde silahla yol kesen eşkıya özentileriyle kucaklaşan BDP’li milletvekilleri de ateşle oynuyor. Herkesin bir içtenlik sınavından geçtiği bir zamanda, “barış isteyen tüm çevrelerin silahı olanla değil, savaş baltalarını gömenlerle kucaklaşması”, önüne çıkan silahlı kişilere“silahını yere bırak da öyle kucaklaşalım” demesi gerekiyor kesinlikle… Kürt sorununun barışçı çözümü için hep bir şans olarak gördüğüm BDP milletvekillerinin her türlü yoruma açık bu davranışı, kendilerine yönelik önyargıların daha da birikip, siyaset zeminini hepten yitirmelerinden başka bir işe yaramayacak ne yazı ki… Herkesin gördüğü bu gerçekle yüzleşip bundan sonraki söylem ve davranışlarını buna göre düzenlemeleri Kürt sorununun barışçıl çözümü için altın değerinde olacaktır.
Epeyden beri bu mesele üzerine bir yazı kaleme almak istiyordum, kentsel meselelerden sıra gelmiyordu bir türlü. Tefekkür dünyası beş yaşındaki bir çocuğun düzeyinde olduğu için dünyayı yalnızca aklarla karalardan ibaret sanan fikir fukarası bir gazeteci, ilkokul üçüncü sınıf çocuğunun dil bilgisinden yoksun bir Türkçe ile bu konulardaki fikrimi sorunca, yazmanın artık ertelenemez bir görev olduğuna karar verdim ve bu yazı çıktı ortaya. Yekten sorduğu ve aklınca beni tuzağa düşüreceği sandığı sorulara gelince: Evet, PKK teröre bulaşmış bir örgüttür. Kürt illerindeki her şeyde olduğu gibi, içinde epeyce yandaşı olduğunu düşünmekle birlikte, “BDP, PKK’nin siyasal uzantısıdır” diyemiyorum. Hem elimde yeterince karine yok, hem de BDP’nin çok bileşenli bir yapı olduğunu ve içinde PKK’lilerden başkalarının da olduğunu düşünüyorum. Siyaseti biraz yakından izleyenler, zaman zaman PKK ile ters düştüğüne defalarca tanık olmuştur zaten. Tartışmak yerine insanları karalamayı marifet sanan şark kurnazının son sorusuna gelince, Türk’üm ve mutlu değilim, yaşadıklarım kuşlar uçurmuyor ne yazık ki içimde…